Akyaka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Akyaka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Eki 2013

Yine Düştük Yollara...

 Bu sene yaz tatili için nereleri görmek istediğimiz, kimlerle gideceğimiz,ulaşımı nasıl sağlayacağımız vs hepsi birkaç ay öncesinden planlanmıştı yine...Ah biz ve planlarımız! Maalesef herşeyi planlamak zorunda olduğumuz bir hayatımız var...


 Neyse, Bu Ağustos 4 arkadaş (2 çift) olarak otomobille sırasıyla: Sığacık,Seferihisar, Çeşme, Alaçatı, Efes,Şirince, Bodrum, Akyaka gezmeleri yaptık ve bu gezilerin tümünü 8 günde yaptık:)
 Arkadaşlarla İzmir'de buluşup Seferihisar'a oradan da Sığacık' a geçtik. Hemen apar topar, eşyalarımız dahi henüz arabadayken.,Tuğçe'nin (kocasının deyimiyleTonti'nin) amcasının balıkçı teknesiyle balığa çıktık. Çok keyifli bir balık avından ve birsürü kupez yakaladıktan sonra akşam bizim kalmamız için ayarlanmış, mandalina bahçelerinin arasındaki bağ evine geçtik .Hava kakarmıştı, bahçede muazzam bir masa bizi bekliyordu. Dallardan sarkan ampüllerin sarı ışığı ,köşedeki taş tezgahın üzerinde pişen güveç yemeğin altından harlanan ateşin sıcaklığı, ağaçlardaki cırcır böceklerinin sesleri, mandalinaların kokusu, ve insanların neşesi ,şen kahkahaları arasında rakı-balık keyfi masalımsı bir güzelliğe kavuştu.O kadar mest olmuştuk ki elimizi makinaya götürüp birkaç kare fotoğraf çekmeyi , bu andan zaman çalmayı kimse istemedi ...



 Gece dışardaki köpeğin havlaması ve pencerelerinde demir olmayan bir evde, kervan geçmez bir yerde, bir ağaçlık alanın içinde uyumak sanırım bizimkileri biraz ürpertti ki ;gece çeşitli sahnelere tanık olduk.Neyse bunları burada ifşa etmek istemem o yüzden konuyu burada kapatıyorum.Ama şunu bilin ki bizim için çok kolay bir gece olmadı :)
 Sabah mükellef bir kahvaltı sofrası bizi bekliyordu.Hatta sabahları bahçede özgürce dolaşan, akşamları kümeslerine gönderdiğimiz kazların yumurtasıyla benim için değişik  olan bir kahvaltı ile güne muhteşem bir giriş yaptık. Gündemiz de yine kupez avı ve deniz sefası var bugün..
 Tuğçenin annesi Emel ablanın da katkılarıyla  dünya kadar balık yakaladık desem yeridir.Kızının kupezci Tuğçe seçilmesine şaşırmamak gerek. Bu yeteneğini belli ki annesinden almış :)
 Aslında öğreniyoruz ki biz gelmeden önce deniz genelde dalgalıymış, ne teknede balık tutmak kolaymış ne de denize girmek. Şans mı ,pozitif enerji mi denir bilmiyorum ama deniz çarşaf gibiydi ...





 Taş Ada denilen bir yerde suya girmek için durduk.  İddaa ediyorum, böyle bir yer yok! Deniz havuz gibi, dibindeki beyazımsı kum müthiş berraklık vermiş suya. Talip amcanın buluşu sayesinde denizde ,su üzerinde yüzer sehpa ile bira keyfimize yüzerek devam ettik :)


  Akşama günün bereketi ellerimizde girdik.  Tuğçe'nin sevgili amcasının bize yine bir sürprizi vardı. Bizi güzel bir balık lokantasına götürdü. Akabinde Sığacık' ı gezdik  ve günü keyifle noktaladık. Bu arada Seferihisar yavaş şehirlerimizden biri.O sebepledir ki birçok yerde salyangoz şekilli ,desenli ürünler, heykeller görebilirsiniz  .
Gerçekten de yaşanacak bir yer Seferihisar !
 Sabah olunca yollara düşme vakti gelmiş demektir bizim için..Çeşme'ye sabah hızlı bir giriş yaptık. Daha kalacağımız yeri ayarlamadan, tekne turlarını kaçırmamak için koştuk, attık kendimizi bir tekneye. Çeşmenin koylarından ziyade teknelerin eğlenceleri daha etkili diyebilirim. Teknemizdeki zenne bizi çok eğlendirdi, uzun süre aramızda muhabbetini ettiğimiz, unutamayacağımız gezilerimizden biri oldu :)






 Tekne turunu bitirince yana döne otel aramaya koyulduk, birkaç yere girip fiyat sorduysak da pek tatmin olamadık, ve zor zamanlarda imdadımıza koşan Booking.com bizi yine yüzüstü bırakmadı!
Hemen ve kolaylıkla Çeşme'nin ucuz ve temiz otellerinden birini ayarlayabildik böylelikle.
 Akşam yemeğini nerede yesek diye düşünürken Alaçatı da mı yesek acaba fikrine geldik. Böylelikle Alaçatı'nın da nekadar güzel sokaklara ve mekanlara sahip biryer olduğunu deneyimlemiş olduk. Alaçatı sokakalarında birkaç tur dolaştıktan sonra girişteki Değirmenlerin altında bir de yukarıdan izledik Alaçatı'yı. Hem Alaçatı'da nadir ucuz yerlerden  biri hem de manzarası çok güzel ;)








Sabah kahvaltının ardından Efes'e de gitmeye karar veriyoruz..Burak hariç hepimiz daha önce gelmişiz Efes'e. Bu tur da onun için oldu gibi. Gerçi yine gidelim deseler yine giderim :) Bir başka güzel Efes: antik yaşamın en yaşayan örneklerinden biri..
  





 Hadrianus Tapınağı girişindeki frizde Efes'in 3 bin yıllık kuruluş efsanesi şu cümlelerle yer alır: Atina kralı Kodros'un cesur oğlu Androklos, Ege'nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı'nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege'nin lacivert sularına yelken açar... Kaystros (Küçük Menderes) Nehri'nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yabandomuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler...
 

 Merdivenlerinden çıkarken, agorasında izleyici gibi oturuken, meydana inerken hep aynı his eşlik ediyor size: Bir zamanlar başkent olmuş, birçok insanın yaşadığı bir yer şimdi ancak turistlerin ve arkeologların gezindiği, mermerden yapılmış , birçok yaşamı içinde barındırdan büyük bir enerji yumağı.. Etrafı dolaşırken sanki helenistik ya da roma dönemini konu alan bi filmin setine girmiş gibi de hissedebilirsiniz kendinizi. Hayal gücünüzü biraz daha zorlarsanız kimbilir  belki beyaz kostümleriyle Romalı filozofları da görebilirsiniz etrafta öğrencileriyle sohbet ederken..Herşeyin ne kadar geçişken, ne kadar değişken, silinebilir ya da tekrar belirebilir olduğu gibi hüzünle, sevinçle sarmalanmış düşünceler duygular altında çıkıyoruz Efes'ten....

Efes gezimizin ardından yine biniyoruz arabaya, asıl hedefimiz Bodrum fakat biz yolda mola vere vere, geze geze gitmeyi arzu ettik ve Şirince'ye geçtik..Şirince sokaklarında turladık, biraz alışveriş yaptık ve müthiş bir erik şarabı tattık.



  Bir kadeh içmek bile yetti bana. Çok beğenip birer şişe de yanımıza aldık.Doğuşla Tuğçeye birkaç samimi fotoğraf çekme girişimim de oldu ama sanırım pek başarılı olamadım bu konuda. İşte fotoroman tadındaki çiftimiz:)

 



 Şirince adı gibi şirin, sıcak bir yer. Mutlaka gidin gezin derim.




 Bodrum -Bitez








 Artık Bodruma gidebiliriz:) Bodrum'un içinden geçerek Bitez'e; yine Tuğçe'nin ailesine ait bir evde kalmak için ve yine mandalina bahçesinde olmak için , giriyoruz. Aslında sadece Sığacık'ta bu şekilde konaklayacaktık ama yine son anda karar vererek ,plana uymayarak güzel bir U dönüşü yaşıyoruz:)

 
Bitez'e okadar gezinmenin sonunda ancak akşam gelebildiğimiz için eşyalarımızı eve yerleştirip sadece sahilde birkaç saat turlayacak vaktimiz kalıyor. Biz de bulduğumuz güzel bir mekanda, kumlara atılmış kocaman minderli bambu sandalyeler üzerinde, hem mehtabı seyrederek, hem de arada ayaklarımızı denize sokarak iki lafın belini kırıveriyoruz oracıkta.



 Sabah tavsiye üzerine birkaç plaja gidiyoruz, yiyoruz içiyoruz ve arabanın anahtarını masaya bırakıyoruz.Şimdi bu de nedemek diye düşünmeyin: aramızda esprisi olan bir konu:)


 Biraz eğlenmek, hatta "kopmak" bizim de hakkımızdır diyerek bir gecemizi de gece kluplerine ayırıyoruz. Coşuyoruz, dağıtıyoruz...

 Bodrumdan ayrılıp turumuzun son durağı olan Akyaka' ya gidiyoruz. Akyaka da da bir gece kamp yapıp, arkadaşlarımıza Akyaka'nın güzelliklerini gösterip, İzmir'e dönüyoruz.
 Arkadaşlar bu arada tüpte pişirdiğimiz makarna-köftenin ve yanına açtığımız buz gibi biranın tadı hala damağımda!




  
 Bu arada unuttuğum bi geziyi farkettim. Okadar yer dolaştık ki arada unutulanlar oluyor işte:)
 Bi ara da sabah kahvaltısına Urla'ya gitmiştik... Ancak1-2 saat ayırabildik ne yazık ki Urla'ya.



 Ve bir yaz masalı da burada sonlanıyor..Ne güzeldin yine yaz!

17 Ağu 2012

Akyaka-Gökova

 Akyaka,Muğla iline bağlı,Gökova vadisinde kurulu bir belde.Ama öyle şirin bir belde ki bir kez gidince hep gitmek istiyeceğiniz türden...


 Akyaka evlerinin kendine has bir mimari tarzı var.Geleneksel mimariye yakın bir tarzda yapılmışlar.Kasabanın hemen arkasındaki yeşilin ,önündeki mavinin ve bir de evlerinin güzelliği eklenince pitoresk bir görüntü çıkıyor ortaya.
 Asıl amacımız ilk kamp deneyimimizi yaşayacağımız uygun bir mekan arayışıydı.Bu arayış bizi taa oralara götürdü.Bir sürü kamp alanından Gökova Orman Kampını seçmemizin nedenlerine gelince ilk önce manzarası, hemen yanındaki akvaryum gibi bir sürü koy,sık ve gür çam ormanı,merkeze yakınlığı,nemli olmayan havası ve esintili olacağı için çok sıcak olmayacağını düşünmemizdi(!)(bu kısmı birazdan açıklayacağım.)

 İlk olarak kamp hazırlıklarından başlayalım öyleyse..İstanbul'dan kampta ihtiyacımız olacağını düşündüğümüz tüm mutfak malzemesi(asgari düzeyde), market alışverişi(yine asgari düzeyde),bir adet iki kişilik  çadır, iki mat, iki katlanır sandalye, tüp, su ısıtıcı, olta takımı, tavla(oyun da gerekli:) temin edildi ve yola çıkıldı.Eskihisar-Topçular arabalı vapuru ile süreyi biraz kısaltıyoruz ama yolculuk yine de yaklaşık 9 saat sürüyor.Neyse ki zamanlıca Gökova Kamp alanında oluyoruz.Önce girişteki görevliyle görüşüp günlük ücretin çadır başına(max 4 kişi) 20 lira, elektrik istersek+7,5 lira , buzdolabı istersek de +7,5 lira olduğunu öğreniyoruz.


 Üç gün kalacağımızı söyleyip başlıyoruz çadır için uygun yer bakınmaya.Aslında kampın umduğumdan daha kalabalık olduğunu söylemem gerek.Ramazan ayında belki bir azalma olur diye düşünmüştüm-özellikle gelip 3-5 ay kalan mudavimlerde- ama işler öle olmuyormuş:)Hatta ilk gün insanların sanki büyük bir felaketten kaçıp yanlarında kurtardıklarıyla gelip orman yerleştikleri izlenimi uyandı bizde :)Ne arasanız var çadırlarda.Çardakları bile var..Kendilerine minik süs bahçeleri yapmışlar.Ama ilk başlarda yadırgadığımız o görüntü akşam bir şölene döndü.Gece sanki şirin bir orman kasabasının sokaklarında geziyormuş hissettik kendimizi:)
 Neyse kendimize güzel bir ağacın altında mekan belirliyoruz ve başlıyoruz çadırımızı kurmaya...Evde pratiğini yaptığımız için 10 dakikada hazırız:)Belki bir de piknik masamız olur diyoruz ama maalesef kalmamış.Ve günün ilk yorgunluk kahveleri...
 Sırasıyla minik bir Akyaka keşfi,Akyaka plajında deniz keyfi, market alışverişi, akşam yemeği, biraz sohbet, biraz muhabbet derken yıldızların altındaki ilk gece...Ama ilk gecemiz pek de kolay geçmedi.Akyaka da meşhur bir rüzgar varmış: Deli Mehmet.Esti de esti..Tozu toprağı birbirine kattı.Alışkın olmadığımız konaklama biçimi+sıcak+Deli Mehmet ve ben pes edip sandalyede uyumayı etrcih ettim.Gece gökyüzünü,yıldızları incelerken uyuyakalmışım sonra kendimi çadırda buldum.İlk gece çekine çekine açtığımız çadırın kapısı daha sonra acaba komple üstündeki çadır bezini kaldırsak da sineklikle mi uyusak fikrine kadar götürdü bizi.Ama ilk geceden sonra diğer gecelerimiz daha rahat geçti.Hem Deli Mehmet duruldu hem de biz iyiden iyiye alıştık çadırımıza..
 Ertesi gün mükellef bir kahvaltının ardından (aşçı:Emel) buralarda meşhur bir azmak varmış diye aranarak ve azmağı bulup buzgibi suyuna aykalarımızı sokarak başladı.













 Burası aynı zamanda Akyaka gibi koruma altındaymış.Ayrıca kuş merkalılarının da uğrak noktası...
 Fotoğraf çekmek için o kadar güzel bir yer ki objektifimize ne takılsa çektik.Çok nostaljik bir kayık fotoğrafı olmamış mı:)

Akyaka'nın en meşhur balık restoranları burada.İsterseniz balık alıp kendiniz de yapabilirsiniz.Ayrıca akşamları azmak boyunca küçük teknelerle turlar düzenleniyor.Sanki masalarını suyun üzerine atmış olan restaurantlardan bir kare..

 Ama biz balığımızı orada yemedik elbette.Hemen balıkçıdan taze mercan balığı alındı ve piknik tüpünün üzerinde (yanımda mısır unu da getirmiştim:) pişirildi.Nefis bir akşam yemeği olup afiyetle yenildi efendim.Yanına katık yapılanları da artık sizin hayal gücünüze bırakıyorum:)

 Bu arada neredeyse günün ortasında yaptıklarımızı unutuyordum...Gitmeden önce Akyaka hakkında yaptığım araştırmalarda Çınar plajından/koyundan bahsediliyordu ve görmek için sabırsızlandığım bir yerdi.Akyakaya gayet yakın bir koy.Sessiz sedasız bir yer.Etrafta 5-6 çadır var.Çadırlarının önünde balık tutan 1-2 kişi.Akvaryum gibi bir  suyu var Çınar koyunun.Biz plajlardan pek hazetmediğimiz için  plajın yanında kimsenin pek uğramadığı kumsalda zaman geçirdik.
 Kumsalın çakıl taşlarının hemen gerisindeki sazlık alan ve sonrasında başlayan orman çok güzel bir kare oluşturmamış mı sizce de ?
 Yine bahsetmeden geçemeyeceğimiz bir dostumuzu tanıtmak istiyorum sizlere.Bizi kampımız süresince hiç yalnız bırakmadı.Sürekli etrafımızda dolandı,şirinlikler yaptı..Ve işte kendileri..
 Burak gece uyku sersemliğiyle hayal meyal hatırlayarak ertesi gün "gece de sanki senin sandalyenin altında dolaşıyodu"diye de bahsetmiş olabilir kendisinden.
 Akyakadaki son günümüzde hemen merkezden kalkan ,kişi başı 25 lira olan (sudan ucuz) tekne turlarına katıldık.Sabah 10 da kalkan tekneler, akşam 6 da bırakıyor misafirlerini.Bu fiyatın içinde öğle yemeği de var;)Güzergahları ise havanın ve denizin durumuna göre bazı farklılıklar arzedebiliyor.Deniz biraz dalgalı olduğu için bizim rotamız şu şekilde biçimlendi:
  • Akçakabız Koyu
  • Gelibolu Adası( Keçi adası/Tavşan Adası)
  • Sedir Adası
  • İncekum plajı
  • Lacivert Koy(iptal-Sedir adasına daha fazla zaman verildi)
  • Hayıtlı Plajı
 Akçakabız Koyu
Koy gezilerimizin ilk durağı.İlk molamızı(yarım saat) burada serinleyerek verdik.Fotodan da anlaşılacağı üzere yine harika bir koy...

Tavşan Adası
Farkettiğiniz üzere adanın pek çok ismi var.Hiçbiri de boş yere konmamış.Adada keçi ve tavşan görenler oldu aramızdan.Maalesef ben göremedim:(Ayrıca adanın arka tarafında su altı mağaraları var.Yine yüzmesi keyifli bir yer..

Sedir Adası (Kleopatra Adası)
 Sabırsızlıkla sırasının gelmesini beklediğim yer:)Tek kelimeyle muhteşem.Su sanki bembeyaz bir örtünün üzerinde olanca turkuazlığıyla büyülüyor.Meşhur Kleopatra Plajı bu adada.Efsaneye göre;Binlerce sene önce Kleopatra ve Antonius Sezar'ın bu adada büyük bir aşk yaşamış.Ve yine efsaneye göre;,kendisiyle evlenmeyi kabul eden Kleopatra'ya bu coşkusunun hediyesini vermek isteyen Mısır Kralı Antonius, yaklaşık 3000 sene kadar önce balayını geçirmek üzere Kleopatra'yı götüreceği adaya Mısır'dan 60 büyük gemiyle çapları 1 milimetreden daha küçük ve her tanesi aynı büyüklükte olan kumları getirtmiş. Yalnızca Dünya'nın iki yerinde varolduğu bilinen bu özel kumun diğer özellikleri de ateşte yanıyor olması, sodalı suda kendiliğinden çoğalıyor ve büyüteç altında incelendiğinde hareket ediyor olmasıdır diyorlar..
 Dolayısıyla adanın kumu çok değerli, kumu üzerinizde dahi adadan çıkamamanız için büyük özen gösteriyorlar.
 Efsaneleri ne kadar gerçek bilinmez ama adanın tarihi bir boyutunun olduğu kesin.Helenistik ve Roma dönemlerine ait antik tiyatro, agora ve antik liman kalıntıları da bulunuyor adada.
 Adaya giriş ücretli.Müze kartınız varsa bedeva yoksa 10 liracık.Tekneler yaklaşık 2 saat duruyor burada.

İncekum Plajı

Sabırsızlandıklarım listesinde 2.sıra incekum plajının.Burasının da methini çok duymuştum.Sedir adasının karşısında bulunuyor.Kumu o kadar ince değil ama buranın da denizi berrrak,turkuaz,pırıl pırıl...Ayrıca birkaç akıllı arkadaş kenarlardan köşelerden kile benzeyen kızıl çamurlar bulup vücutlarına sürdüler.İnşallah bir yan etkisi yoktur:)

Lacivert Koy
Aşırı rüzgar ve dalga yüzünden bu koya uğrayamadık.Sadece yanından geçerken "burası da lacivert koy" şeklinde oldu tanışmamız.

Hayıtlı Plajı

Son durağımız...Dağın yeşili suyun üzerine yansıyınca böyle yeşilimsi bir deniz karşıladı bizi.Ben uzunca bir süre izleyip sonra girdim  suya.Çok ama çok güzel...

Evetttt...Akyaka maceramız burada sonlanıyor.Ama bahsetmeden geçemeyeceğim bir şey var: kamptaki komşularımızın misafirperverliği.Eminim apartmanlarda,büyük şehirlerde pek sık rastlayamayacağınız türden bir komşuluk atmosferi oluşuyor burada.Daha biz çadırımızı kurarken herkesin hoşgeldiniz demesi,bir teyzenin "aa tüp mü var sizde,boşuna yakmayın ben elektrikli ocak vereyim size" demesi, masamızın olmadığını görünce tutup biryerlerden minik bir masa çıkarması,oradan geçen bir amcanın" birşeye ihtiyacınız var mı varsa ben şu çadırdayım" demesi,insanların bizi akşam okeye çağırmaları çok incelikli davranışlardı.Herkesin birbirine gülümsediği ütopik bir ortam.Kafalar değişiyo sanırım insan doğayla içiçe olduğunda..Umarım bir gün herkes o kafada olur:)

Yola devam...Sırada Datça var.