29 Ağu 2012

Datça - Ovabükü

 Akyaka'dan sonra yaklaşık iki saat süren bir yolculukla Datça'ya varıyoruz.Merkeze girmeden hemen Palamütbükü yol ayrımından Ovabükü'ne doğru yöneliyoruz.
 Ovabükü küçücük bir yer, hatta köy diyebiliriz...Önce ufak bir tur atıp girişteki tabeledan apart ve pansiyonların numarasını çevirerek yer bulmaya çalışıyoruz.Hemen hemen heryerde yer var..Biz Mengen Konakları'nı seçiyoruz.Sahibi Müjgan abla çok şeker İzmirli bir ablamız.Pansiyonu pırıl pırıl.Gözleri gibi baktıkları belli.Tam bir aile işletmesi...Tüm odalar deniz görüyor ve hepsi balkonlu.Ön tarafta bahçe ,küçük bir havuz ve yine bahçe var:)Bahçesine bikaç tane mangal yerleştirmişler isterseniz nevalenizi siz kendiniz pişirebiliyorsunuz, isterseniz de sizin yerinize onlar bu hizmeti sunuyor.

  Ovabükü aynı zamanda çok sakin de bir yer, tam kafa dinlemelik yani..Biraz denize giriyoruz,çıkıp yemeğimizi yiyoruz ve Datça'ya turlamaya gidiyoruz.

Bir arkadaşımızın bizi yönlendirmesiyle Eski Datçaya kabak çiçeği dolması yemeye gidiyoruz.Sokakların kenarlarında bir sürü yöresel dekoratif ürünlerin satıldığı,şirin mağazaların bulunduğu,taş evlerle çevrili burası.
















Hemen Datça Sofrası isimli mekana yöneliyoruz ve başlıyoruz siparişleri sıralamaya.


Menümüzde kabak çiçeği dolması,bademli köfte ve Burağın vazgeçilmezleri, paçanga böreği ve deniz börülcesi...Hava kararınca daha bir güzelleşti sokaklar.

Hadi bir de merkeze gidip kahve içelim diyoruz ama şansımıza her yerde elektrik kesintisi problemi var. Hemen hemen hiçbir yerde jeneratör yok. Üzülsem mi sevinsem mi bilemediğim anlardandı.Medeniyetten kısa bir süre olsa da kopmak keyifliydi aslında. Elektrik bir an geliyo,herkes alkışlıyo,sonra gidiyo herkesten "Aaaaa!" şeklinde bir hayalkırıklığı nidası:) Sahilde bir sürü balık restaurantı var.Masalar kumsala atılmış.Hoş bir ambiyanstı...
 Gece, Ovabüküne zifiri karanlıkta dönme maceramız da görülmeye değerdi:)
 Ertesi günü daha bir programlı yaşadık. Sabah kalkıp Müjgan ablanın kendi bahçesinden topladığı ürünlerden ve hemen yan komşusu Burcu ablanın balı ve yumurtasıyla nefis bir kahvaltı yapıyoruz.Sonrasında rotamızda Knidos var. Knidos da bu gezimizde en çok merak ettiğim yerlerden biri...Knidos'a giderken tenha yollarda yunan radyosunun nağmeleriyle ilerliyoruz. Yol kenarlarında incir, zeytin, zeytinyağı, badem ve bal satan pek çok kişiye rastlayabilirsiniz.
 Ve Knidostayız..


 Knidos; bilim, mimarlık ve sanatta da oldukça ileri bir kentti. Tarihin büyük astronomi ve matematik bilimcisi Eudoksus, doktor Euryphon, ünlü ressam Polygnotos ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos burada yaşadı.
 Doktor Euryphon ve öğrencileri zamanının ikinci büyük tıp okulunu Knidos’ta kurdular. Eudoksus’un geliştirdiği ve dönemin büyük buluşu olan güneş saati, ören yerinde bugün de görülebilir.


 Önemli bir liman kenti olan Knidos, mal alıp satmak ya da açık denizdeki kötü hava koşullarından korunmak isteyen gemilerin uğrak yeriydi. Ancak kentin efsaneleşmesinin nedeni, bugün dünyada birçok kopyası olmasına rağmen orijinali bulunamamış, çıplak Knidos Afroditi heykeli... Heykeltıraş Praksiteles’in M.Ö. 4. yüzyılda yaptığı bu eserin ünü, dünyada çıplak olarak tasarlanmış, ilk kült Afrodit heykeli olmasından kaynaklanıyor. 
  Ekonomik sıkıntıya düşen Knidoslulara, Bitinya Kralı Nikomedos, borçlarını ödeme karşılığında Afrodit heykelini satın almayı teklif eder. Bunun üzerine bir halk oylaması yapılır ancak sonuçta halk bunu kabullenmez. Aristotales ‘’gerçek demokrasi Knidos’tadır’’ diyerek burada başlayan erken demokratik hareketin altını çizmiştir. Heykelin kayboluşu, Bizans İmparatoru Theodosius’un, çok tanrılı inanç tapınaklarını kapattığı günlere dayanır. İmparator, heykeli tapınaktan söktürüp İstanbul’daki Lausos Sarayı’na götürür. Afrodit heykelinin, M.S. 5. yüzyılda çıkan bir yangında yok olduğuna inanıldığı gibi, Bizanslılar tarafından parçalandığına inananlar da var.
 
Şeklindeki bilgilerden sonra gelelim benim izlenimlerime...Bir kere, yarımadanın en ucundasınız. Bir yanınızda Ege denizi, bir yanınızda Akdeniz...



Arabanızı girişe parkedip gişeye doğru yöneliyosunuz. Eğer müze kartınız varsa beleş, yoksa 8 lira giriş ücreti ödüyorsunuz ve ören yerindesiniz.Hemen sağınızda Hellenistik tiyatro,solunuzda da yatların demirlediği bir liman, bir pansiyon, bir kafeterya ve denize girmek için doğal bir plaj..


 Kazılar devam ettiği için heryerde arkeologlar cirit atıyor. Bir yerlerden taşlar çıkarıp, bir yerleri beyaz boyayla boyuyorlar.







 Bizim bakıp geçtiğimiz, taş dediğimiz şeyler onlar için ne kadar anlam ihtiva ediyor diye düşünerek başlıyoruz antik kentin harabelerinin arasında dolaşmaya. Çok farklı hisleri birarada yaşadığınız nadir yerlerden burası. Bir zamanların ünlü bilimadamlarının, sanatçılarının, filozoflarının gezdiği sokaklarda geziyorsunuz, yaşadığı yerlerde bulunuyorsunuz, ama günümüzde bırakın böyle bilge bir toplumu (daha da geliştiğini düşünerek), etrafta yayılan iki üç koyun dışında insanın emaresi bile okunmuyor.
 
"Bilim,mimarlık ve sanatta çok ileri olan bu kent "diyosunuz ve hüzünleniyorsunuz.Bir sürü keşkeleriniz oluyor neyse olayı dramatikleştirmeyelim lütfen Emelcim:)

 Tiyatronun arkasından en tepeye çıktığınızda muhteşem bir manzara da sizi karşılıyor. Hem biraz soluklanıyoruz hem de kenti ve denizi yukarıdan izliyoruz. Tek kelimeyle muhteşem!
 Tam karşımızda ki deniz feneri de fotoğraflarımıza ayrı bir güzellik kattı...

Uzunca bir gezinmeden ve sıcaktan iyice bunalmadan sonra artık denizin de tadına bakabiliriz diyip atıyoruz kendimizi sulara. Biraz yüzünce yosunların olduğu alana geliyorsunuz. Şnorkelle izlediğinizde muhteşem balıklar görebilirsiniz. Özellikle yosunların arasında bir cennet var...;)









İyice serinlediğimize kanaat getirince çıkıyoruz sudan ve kurumaya bırakıyoruz kendimizi.O sırada gözüme kıyıda demirleyen birkaç balıkçı teknesi ilişiyor. Eee balığı çok seviyoruz ya buradan da almasak olmaz:) Burak gidip birinde balık bulunduğu öğreniyor hemen ama benim de görmem için ısrar ediyor. Keyif yapmayı bırakıp, e gidip bakalım bari diyorum:) Tekneye binip balıklara bakıyorum emin olamayınca balıkçı bana yeni pişirdiği balıktan ikram ediyor, tadı hoşuma gidince iyi bakalım diyip alıyoruz İsparozlarımızı(adının bu olduğuna hala emin değilim,3 kez sorunca utandım artık sormaya).Tavada,yağda pişirmemizi tembihliyor balıkçı.

 Balıklar bozulmadan aparta dönmemiz gerekiyor diyip vedalaşıyoruz Knidosla..Dönüşte küçük bir çocuktan incir alıp yiye yiye gidiyoruz Ovabükü'ne. Hemen balıkları buzdolabına koyup bu sefer de Hayıtbüküne gitmek için ayrılıyoruz otelden.

Hayıtbükü hemen Ovabükünün yanında o yüzden 2 dakikada gidiyoruz arabayla.Açıkçası Hayıtbükü daha bir şirin geldi benim gözüme.:)




 Akşam balıklarımızı pişirip,yanına mezelerimizle kuruluyoruz balkondaki masamıza seyreyliyoruz manzarayı, hemen karşımızdaki ışıl ışıl yelkenliyi ,gökyüzündeki yıldızları...Bir gün daha sona eriyor...
 Sabah yine güzel bir kahvaltıyla uğurluyor bizi Müjgan Abla...Tatilimizin son durağı Bozburun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buradan Yorumlayın Yahu!