28 Kas 2012

Giresun

      Bir türlü fırsat bulamadığım için ancak şimdi yazabildim bu güzel şehri... Bayram tatilini fırsat bilip, hem çok özlediğim ailemi ziyaret etmek hem de  Giresun'u bir kez daha görmek için düştük yollara..Aslında hemen hemen her yıl gidiyorum Giresun'a. Bu gezim, daha çok ziyaret amacı güttüğü için sizlerle çok iyi bildiğim yerlerini paylaşacağım. Belki başka bir yazımda, eğer arşivdeki fotoğraflarımı tarama sabrını, metanetini gösterebilirsem diğer bölgelerini de paylaşmak isterim.

      Ulaşım seçeneklerinden bahsetmek gerekirse, maalesef Giresun'da havaalanı yok(henüz yapımı devam eden Giresun-Ordu arasında bir havaalanı var ve 2015'e bitirilmesi planlanıyor) Bu sebeple ilk tercihiniz, özel araçla o kadar yolu çekemem diyosanız otobüs yolculuğu oluyor o da yaklaşık 16 saat sürüyor .Eğer onu da çekemem diyorsanız Trabzon havaalanı en yakın alternatif. Ama havaalanından Giresun merkez yaklaşık 2 saat sürüyor. Ulusoy Deryanın havaalanından Giresun'a servisleri var ve ücreti de sanırım 8,5 lira gibi bir şeydi..Biz uçağı tercih ettik. Karşılamaya gelen babamın dönüşte arabası arıza yapınca çok ufak bir Akçaabat macerası da yaşadık:) Bu da oradan ilginç bir kare...

      Neyse, Giresun' dan bahsedelim biraz..Giresun, Doğu Karadeniz Bölgesinin şirin bir ili. Aynı zamanda ben Giresunlu olduğum için ayrı bir anlamı var benim için bu şirin şehrin. Köklü bir tarihi olan şehirden, insanlarının sıcak kanlılığıyla doğal güzellikleri de bir araya gelince çok güzel hatıralarla ayrılıyorsunuz .


 Öncelikle görmemiz gereken yerler merkezde. Karadeniz'in tek adası olan Giresun Adası (Aretias) görülecek yerler arasında. Hem balık tutmak hem de adayı gezinmek için eniştemin ayarladığı tekneye atlayıp adaya doğru yollanıyoruz. Fakat öğreniyoruz ki adadaki arkeolojik çalışmalar yüzünden ziyarete kapalı. Sadece çevrede bilinen insanların balık tutmasına müsaade ediliyor, bu yüzden adanın iç kesimlerini gezemeden kayalıklarda hem balık tutuyoruz hem de Giresun'un akşamüstü manzarasıyla gözlerimize ziyafet çektiriyoruz.

Ayrıca görülebilecek yerler arasında Giresun Kalesi, müze,Meryem Ana Manastırı sayılabilir...Giresun merkezde iki gün geçirdikten sonra Dereli üzerinden Kümbet yaylasına doğru yollanıyoruz.Asıl hedefimiz Kümbet idi zaten.

Dereliden sonra peş peşe virajlı yoldan, yol boyunca takip eden dereyle, muhteşem yemyeşil bir manzarayla devam ediyorsunuz. Ayrıca sonbahar buralara ayrı bir güzellik katmış.Doğa bir tablo gibi seriliyor önümüze. Hangi renk yok ki!


 Kümbete yaklaştığınızı yol kenarlarında boy gösteren yoğun çam ormanından, etrafa çöken sisten ve soğuk havanın gelişinden anlayabiliyorsunuz. Yaklaşık 1 saat süren yolculukla Kümbet' tesiniz. Çifteoluktan su içmeden ,yayla pazarındaki kadınlardan  çeşitli otlardan, mantar tuzlamasından, kekik kokan tereyağından, yayla çiçeklerinden almadan geçmeyin.


Önce yayla merkezinden, Teksas vari iki katlı evlerin, dükkanların olduğu yoldan geçiyorsunuz.Zaten köşelerdeki fırınlardan burnunuza mis gibi yeni çıkmış pide kokusu geliyor ve dayanamıyor sıcak sıcak alıyorsunuz hemen, devam eden yolda indiriyorsunuz mideye..Merkezde lokantalar, fırınlar ,bakkallar, köy kahvehaneleri, berberler vs gibi minik dükkanlar var. Kalınabilecek birkaç küçük pansiyon  da var ama pek bakımsızlar, o sebeple biraz daha yukarılara tırmanınca, hatta bizim evimizin oralarda güzel bir pansiyon var ve hatta biraz ilerde de İsviçre tarzı bir dağ oteli var ;) Buraları görüp beğenenler daha uzun kalabilsinler diye yerli halk da evlerini kiraya veriyor. Senelik yada dönemlik cüz-i bir miktar ödeyerek, bütün sene istediğiniz zaman gelebileceğiniz bir çatınız oluyor.Yani konaklamayla ilgili o kadar seçenek var ki, merak etmeyin buralara kadar gelenleri hemen geri göndermiyorlar.(Konaklamayla ilgili ekstra bilgi için iletişime geçebilirsiniz.)
 Yayla merkezinde yapılaşmayla birlikte kirli bir görüntü oluşmuşsa da, valiliğin çabalarıyla bu pek yakında oldukça aza indirgenecek. Evlerin dışı Ahşap kaplanarak yayla mimarisine yaklaşılması hedefleniyor.

  Kümbette yapılacak birçok etkinlik var. Hatta atv kiralayan yerler bile var. Ama etkinliklerin en güzeli piknik oluyor ve yaylanın meşhur kuzu pirzolası da pikniğe tavan yaptırtıyor. Ama annem tipik bir yayla kadını olarak pikniğe yanında aletleriyle geliyor ardından kıyıda köşede kalmış ağaç dallarını toplayıp yakacak odun istifliyor. Eee bize de yardım etmek düşüyor tabii...Akşamları o odunlarla ısınıyoruz nitekim...İlk gün ne kadar güneşliyse ikinci gün de bir o kadar sisli geçiyor yaylada.Sisin ne zaman çökeceğini kestiremiyorsunuz zaten...Ama sisi bile bir başka güzel. Hele siz de Burki gibi sisli hava sevenlerdenseniz şans sizden yana;)

  Her türlü piknik nevalesini merkezdeki dükkanlardan temin edebiliyorsunuz. Hatta mangal bile veriyorlar...
 Ama buraya dikkat!!!Lütfen siz de piknik yaptıktan sonra çerini çöpünü ortalıkta bırakan doğa vandallarından olmayın!!Hatta yanınızda çöp torbası taşıyanlardan olun lütfen!!
 Doğa ana bize tüm güzelliklerini sunuyorken ona bu şekilde saygısızlık, haksızlık yapmamalıyız...
 Nitekim dağın başında bile memleketimizin güzide insanları nadide çöplerini bırakıvermişler kenara köşeye, çalı altlarına!!! Biz de bu güzel gün için doğada biraz temizlik yaparak teşekkür ettik yine doğaya. Hatta babam, testiyi kırmadan uyarmak mahiyetinde dönüş yolunda birkaç piknikçiyi uyararak görevini tamamladı:)

  Kahvemiz de pişiyor közde..Özledim yaa:(:(
  Yine babamın yaratıcılığıyla tasarladığı kütük sehpası..Bunun bir de küçük boyu var.Yine arkada ki bank ta o yaratıcılıktan nasibini almış:)
 Bunlar annemin kilerinden..Aslında babamın odunluğundan demek daha doğru olur.Annemin kışa hazırladıklarıyla yine babamın kışa hazırladıkları bir arada. Patates ve kabak annemin bahçesinden.Neler yok ki bahçesinde..Kıvırcık,soğan, maydanoz ,roka, pazı, karalahana, bezelye, patates, fasulye, ısırgan otu, mendek otu, kabak, kereviz, çilek, havuç ve aklıma gelmeyen birkaç zerzevat daha...
 Bunlar da annemin kaynattığı armut balı (pekmezi), turşular ve taneli taneli görünen de kiraz tuzlaması..Evet yanlış okumuyorsunuz biz o bildiğiniz kirazı tuzluyoruz:)
  Komşularının hediyesi sütü kaynatırken, bir yandan ısınıyor, bir yandan kestane kebap yapıyor, bir yandan çay demliyor ve bir yandan da hazırda sıcak su tutuyoruz. Her şey burada çok işlevsel:) Eğer kuzine yanıyorsa annem tüm yemekleri onun üstünde, içinde yapıyor...
 Daha birsürü güzel karenin arasından bunları seçip ,onların üzerinden anlatmaya çalıştım oraları..Neyse umarım kendiniz gidip görüp kendi karelerinizi paylaşırsınız benle diyerek bu yazımı da burada noktalıyorum.Sevgiyle kalın...

7 Kas 2012

TÜKETİM



 Tüketimin bu boyutunu, kendi kelimelerimle tarif etmem gerekseydi :  "İnsanları, çevremi, arkadaşlarımı da kuşatmışlığının vehametini her gün hayretler içinde izlediğim çağımızın hastalığı" derdim. Bilinçli, farkında ya da değil, hepimiz zaman zaman oyununa gelebiliyoruz. Önce masum bir reklamla başlıyor her şey, sonra moda akımlarıyla devam ediyor..Sosyal medya sayesinde bu hastalığı çok daha rahat yayabiliyoruz... Fotoğraflarımızın  bir tarafına özenle yerleştirilmiş akıllı telefonlarımız (Markayı tahmin etmişssinizdir), onun aracılığıyla yapıldığını milletin gözüne soktuğumuz paylaşımlarımız, hatta yeterli paranız varsa ve ona sahip olmuyorsanız dış seslerin psikolojik baskıları da cabası..

Elbette bunun gibi birçok örnek sayılabilir bu hastalığa, ama toplum bu durumu o kadar kanıksamış ki ne kadar anlatmaya çalışırsanız çalışın, programlanmış beyinler yine bildiğini okumaya devam ediyor. Trend olana eğilim son 20 yılda özlellikle toplumun beynine işlenmiş durumda. Üretim-tüketim dengesi çok önemli. Tüketimin bu kadarı nasıl hastalıklıysa bence üretimin de bir o kadar fazlası hastalıklı. İnsanlığın mutlu olmak için bu kadar lükse, refah sağlamak adı altında bu kadar materyale ihtiyacı var mı? Doğadan kopmamız, refahımızın artması bizi mutlu bireyler mi yaptı? Üzerinde çok düşünülesi sorular ...


 Hatta dış seslerin yanında bazen iç sesimiz bile aklımızı çelmeye çalışıyor: " o kadar çalışıyorsun, ne var kendini biraz şımartsan, ne olacakmış, ihtiyacın olmayabilir ama bak bu daha janjanlı, bunu alırsan imajın kuvvetli olur, bunun şurasında da şundan var"
 Ama maalesef olay öyle göründüğü gibi masum değil. Bütün bu tüketim çılgınlığı, toplumu, bireyi  ve ilişkilerini yozlaştırmakta ve dahası zengini daha zengin ,fakiri daha fakir yapmaktan ve dünyamızı sona her geçen gün biraz daha yaklaştırmaktan başka bir şey demek değil!

 Hatta geçen aylarda okuduğum bir haber durumun çok ama çok daha vahim bir boyuta geldiğini görmemi sağladı. Artık çocuklar üzerinden de bu oyun oynanıyor (muhakkak daha önce de vardı ama bu boyutta değildi sanırım). İlköğretim Ders kitaplarına A.V.M.lerle, MARKETlerle  ilgili koyulan özendirici hikayeler ve bu hikayelerin gerçek hayatta da böyle olduğunu görmem beni şok etti. İnsanlar artık gezmek için AVM lere  , mağaza vitrini izlemeye, market dolaşmaya gidiyor. Hatta çocuklarıyla sağlıklı zaman geçirmek yerine, tüm tatil günlerini bu tüketim kalelerinde geçiriyorlar ve bu durumun ne kadar hastalıklı olduğunun bilincinde değiller elbette.Çocuklar da her geçen gün daha doyumsuz oluyor.

Yani, bizi bizden daha doyumsuz bir gelecek bekliyor. Sırf facebookta fotoğrafları daha çok beğenilsin diye annesinden 2000 liralık fotoğraf makinası isteyen, buna özendirilen çocuklar var.1500-2000 liralık cep telefonları isteyen çocuklar var ve bu ailelerin çoğunluğu zar zor geçinen insanlar. Üstelik bu durumu da sadece çocuklarının masum ihtiyaçları ya da istekleri olarak görecek kadar da saflar ne yazık ki. Sistemin nasıl işlediğinin farkında değiller ne yazık ki...
Bu karikatür çok hoşuma gitti:)


 Bir de bu kadar endüstri atığının doğaya verdiği zararlar var. Her gün milyarlarca hala kullanılabilir ürün çöpe atılıyor, yerine yeni modeli konuyor. O çöpler ne oluyor? Dünyanın çekirdeğine kadar gidecek mi çöp çukurlarımız? İnsanoğlu doğadan uzaklaşmakla kendi sonunu mu hazırlıyor, ne dersiniz? Artık çocuklar sütün inekten geldiğini bilmeden marketten alınan bir ürün olduğunu savunacak kadar doğayı ve bağıntılarını yitirmiş durumda. Bunu geleceğimize yaparak bu vebalin altına imzamızı atmış olmuyor muyuz ?
 Sizlerle, aşağıda tüketimin tüm evreleriyle çok güzel anlatılmış olduğu bir video paylaşacağım.Umarım bir farkındalık yaratır ve büyük şirketlerin dünyayı yani bizi, nasıl bu sayede parmaklarında oynattığını görmemize yardımcı olur. BÜYÜK ŞİRKETLERİN ve onlarla işbirliği içinde olan HÜKÜMETLERİN!