23 Şub 2012

Pancar (Kara Lahana) Çorbası

  Evet arkadaşlar,gezmek dışında bir başka tutkum da yemekler..Arada sırada da olsa buradan sizlerle sevdiğim yemeklerin tariflerini de paylaşacağım.Deneyen olursa lütfen yorum yazsın ,sonuçları merak ediyorum:)
  Siz onu karalahana yemeği olarak da adlandırabilirsiniz çünkü çorbadan kıvamlıca birşey...
Çok doyurucu ,besleyici  ve diyetteki arkadaşlarımızın da rahatlıkla tercih edebileceği bir yemek.
Bizim yöresel tatlarımızdan ve soframızda pek sık bulunur..Giresun'da yapılan biçimini anlatacağım, elbette benim de katkılarımla;

öncelikle malzemelerimiz:

  • Bir demet karalahana
  • Bir orta boy soğan
  • iki sivri biber
  • biraz acı kırmızı biber
  • sıvıyağ(arzuya göre biraz da tereyağı)
  • mısır
  • barbunya fasulye
  • bulgur
  • bir parça tavuk(benim katkım)
  • su
  • mısır unu
  • tuz,pul biber
Ayrıca pırasa,patates de katabilirsiniz bu yemeğe,fena da olmuyor ama ben tercih etmiyorum.
Öncelikle tencereye biraz yağ alıp soğanlarımızı  biraz kavuruyoruz ve soğanların rengi kaçınca, ince ince doğranmış sivri biberlerimizi de tencereye alıp biraz daha soteliyoruz.Acı kırmızı biberimizi de bu aşamada tencereye  koyabiliriz.

Tencereye suyumuzu alıp kaynatıyoruz.İçine bir parça tavuk atıp haşlıyoruz.Ardından mısırı ve barbunya fasulyeleri ekliyoruz.Mısırdan bir küçük konserve ,barbunyadan da bir su bardağı dolusu kullanabilirsiniz.Ben daha önceden haşlayıp buzluğa parça parça koyduklarımdan kullanıyorum.Bir avuç mısır ununu da çorbayı karıştırırken azar azar katıyorsunuz.Bir avuç kadar da bulgur katıp hemen peşinden doğradığımız kara lahanaları katıyoruz karışımımıza...


Son olarak da biraz tuz ve pul biber...Ocağı hafif kısıyoruz yani orta ateşte olacak şekilde ve lahanalar yumuşayana kadar pişiriyoruz. Sonrasında da mis kokulu pancar çorbamızı biraz biberle ve mısır ekmeğiyle servis ediyoruz.Afiyet olsun!


22 Şub 2012

Tom Deininger :Çöpten Sanat Yaratan Muhterem


  Yukarıda, Sanatçının atık metaryellerden oluşan kendi portresini görüyorsunuz.Peki kimdir bu Tom Deininger ve ne yapar derseniz; şöyle ki:
  İngiliz sanatçı Tom Deninger ,çöp sayılabilecek atık malzemelerden portreler yaratıyor. Malzemeleri içinde bantlar, enstrümanlar, motosiklet parçaları, kablolar gibi farklı nesneler bulunuyor.

   İşte buradan çıkarılacak ders te bazılarımız ;öylesine düşüncesizce doğayı katleder,tüketir...tüketir... Ama bazılarımızsa gelir bunu gözümüze sokar!Zaten yakında kendi çöplüğümüzde boğulacağız.Artık fazla tüketimin özendirilecek birşey olmadığının,aksine ayıplanacak bir durum olduğunun farkına varsak mı?Ne dersiniz...
  Biraz farkındalık yaratmak umuduyla işte sanatçının bazı eserleri...

15 Şub 2012

Bratislava'da kısa bir gezinti

                Avusturya’ya gelmişken, hem de Viyana’dayken,  bir de buraya çok yakın olan Slovakya’nın başkenti; Bratislava’yı görelim dedik.Bu şehri "HOSTEL" filminden anımsayabilirsiniz...İşte ben de o filmden anımsadığım için önyargılı bir şekilde dolaştım şehri.Ama şehrin soğuk havası da acaba dedirtti yani:)

Öncelikle şunu söyleyebilirim, bu şehre 2 saat ayırmanız yeterli.Zaten eski şehri göreceğiniz ve o da çok küçük bir alana yayıldığı için 2 saat fazlasıyla yetiyor.

                Viyana’dan Bratislava’ya ulaşım için otobüsü tercih ettik.Otobüs yolculuğu 1 saat sürüyor ve ücreti 6 Euro.Otobüsler EuroLines’a bağlı.Otobüse bineceğiniz yer Erdberg.Buraya ulaşımı metronun U3 hattıyla sağlayabilirsiniz.Ayrıca Bratislava’ya trenle de gidebilirsiniz ama onun biraz daha pahalı olduğunu duyduk biz.
                Bir saat süren sorunsuz bir yolculuktan sonra Bratislava’da Nova Costa da indik.Burası şehir merkezi de sayılabilir.Eski kent indiğiniz yere çok yakın.

                Eski kentin sokaklarına dalıyoruz hemen.Köşe başlarında ilginç metal heykelimsi figürler dikkatimizi çekiyor.Info point bulup hemen bir city guide ediniyoruz.


                Resimdeki yer Johns gate…

             Hemen yan tarafında bir de müze bulunuyor.Geçidin hemen altında  da yere gömülü metal bir çember var.Üzerinde şehirlerin Bratislava’ya olan mesafeleri ve yönler yazılı.Hemen İstanbul’u buluyoruz tabi.Özledik galibaJ


Etrafta bir sürü hediyelik eşya mağazası var.Ayrıca ünlü markaların dükkanları da mevcut.
Eski şehrin merkezine yöneliyoruz.Burada da yine o metal heykellerden görüyoruz.İyi düşünmüşler bunlarıJ


Resimde görülen yer de Bratislava’nın kalesi Hvad.

Kaleye kadar tırmandık ama içine girmedik.Etkilenmedik biz Bratislava’dan.Kalenin oradan şehir manzarası kasvetli,donuk ve sanayivari geldi.Eski şehir bu koca binaların,dumanlı havanın içinde sıkışıp kalmış gibi duruyordu. Viyana’dan sonra hiç iyi gitmedi yani.Belki önce buraya gelip sonra Viyana’ya gitsek bu şehre de haksızlık etmemiş olurdukJ

13 Şub 2012

Salzburg: 2. GÜN - Hallstatt

Evet, bugün büyük gün; hayalini kurduğum Hallstatt’ ı göreceğim gün geldi sonunda. Ama önce, meşakkatli  geçen bir yolculuk öncesi hazırlığından bahsedeceğim. Çünkü işin can alıcı noktası tam da burası. Hallstatt’ a gitmek istediğimizi söyleyince, herkes bu yolculuğun biraz karmaşık ve zor olduğunu söylüyordu. Ama gitmek konusunda kararlı olduğumuzu belirttiğimizde, bu yolculuğun önce tren sonrasında otobüs yolculuğu ile ya da önce otobüs sonra tren şeklinde yapılabilineceğini söylediler. Bu bilgilerin çoğunu otelden edindik ve OBB’ nin internet sayfasına girerek tren biletlerine bakmaya başladık. Ancak otobüs biletlerini nereden alabileceğimizi öğrenemeyince tren istasyonuna gitmeye karar verdik.
 Saat akşam 7 ye geliyordu ve OBB çalışanlarının ya da turist yardım ofislerinin kapanmış olabileceğini düşünmeye başlamıştık ama tren istasyonuna gidince saat 9 a kadar çalışanların işlerine devam ettiğini gördük. Önce turist yardım ofisine gittik. Oradan çalışanlar bize yolculuk için otobüse gerek olmadığını, iki tren ile ulaşılabildiğini ve bunun daha kolay olduğunu söylediler. Biz de, bize verdikleri çıktıyı alarak OBB satış bankolarına yöneldik. Oradaki kibar hanım bize, yolculuğun gidiş dönüş 76 Euro tutacağını, ama otobüs+tren ile daha ucuz olacağını, ayrıca otobüs biletinin otobüse binince sürücüden de alınabileceğini söyledi. Bunun üzerine yolculuğu nasıl yapacağımıza tam olarak karar verdik.  Tren istasyonundan kalkan ve şehrin içinde bazı duraklardan da geçen “Postbus” diye tabir edilen otobüslerden 150 numaralı olana bineceğimizi ve otobüsün son durağı olan “Bad Ischl”da ineceğimizi öğrendik. Bu otobüs yolculuğu kişi başı 9 Euro tutuyor. Yolculuğun bundan sonraki kısmı olan tren yolculuğunun biletini ise bilet makinelerinden aldık. “Bad Ischl – Hallstatt “ seferi için kişi başı 3.5 Euro tutarındaki biletlerden aldık. Bu biletler açık bilet olduğundan saat sorunu olmuyor, dönüşte hangi saatteki trene binmek isterseniz  onu tercih edebiliyorsunuz. İtalya’ daki gibi açık biletleri trene binerken “stamp” lemek ( geçerli hale getirmek için) gerekmiyor. Bu işi trende yanınıza gelen kondüktör yaptığı için sorun çıkmıyor. (Bu arada söylemeden geçemeyeceğim;  Avusturya, birçok detayın düşünüldüğü ve organize olmuş bir ülke. Neden böyle düşündüğümü nedenleri ile Avusturya ile ilgili genel kanaatlerimi paylaşacağım bölümde bulabilirsiniz). Gidiş bileti alırken dönüş biletini de almak gerekiyor, çünkü Hallstatt’ ta bilet alabileceğiniz bir yer yok. Otobüs yolculuğu yaklaşık bir buçuk saat sürüyor. Biz pek dolu olmayan bir otobüsle ve kar manzaralarının arasında çok keyifli bir yolculuk geçirdik. Son durakta indikten sonra tren istasyonunu bulmak sorun olmuyor, çünkü ikisi yan yana. Trene binileceği zaman tren istasyonunun karşısında bulunan yön tabelalarına dikkat etmek gerekiyor. Hallstatt’ a giderken “Stainach”, dönerken ise “Attnang” yönüne giden trene binmek gerekiyor. Trenler birbirlerine yakın zamanlarda geldiği için, dikkatli olmak lazım.

20 dakikalık tren yolculuğunun ardından Hallstatt istasyonunda iniyoruz. Kasaba gölün karşı tarafında olduğundan, gelen insanları karşıya geçirmek için trenin gelmesini bekleyen bir adam bekliyor istasyon civarında. Kişi başı 2.5 Euro’ ya bu teknelerden faydalanabiliyorsunuz.

Karlar altında, müthiş manzarasıyla Hallstatt karşımızdaydı. Önce aklımda olan resmi ile gerçeğini kıyasladım. Fazlası var, eksiği yok diyebilirim J Kış başka bir güzellik katmış buraya sanki.

 Karşısındaki dağların karlı dorukları, dağın yarısına kadar inmiş sis bulutları, gölün üzerine düşen yansımaları  ve kasabalıların sevimli, her detayı güzel olan evleri; bunlar gerçek mi acaba diye düşündürüyor…


Hallstatt doğal güzelliği yanı sıra 7000 yıla varan geçmişi ile de tarihi yönü olan bir kasaba.UNESCO, 1997 yılında Dünya Kültür Mirası listesine almış burayı.  Şu anda da turistik amaçlı hizmet veren tuz madeni ve kasabanın kendi tarihini anlatan müzesi var.Ayrıca kasabanın ölen sakinlerinin boyanmış ve aile isimleri yazılmış  kafatasları da sergileniyor.Kafatası merakı olanlar görebilir:)

Kasabaya adımımızı atar atmaz rotamızı çiziyoruz. Size bahsettiğim resmin çekildiği açı olduğunu düşündüğüm sağ tarafa doğru yöneliyoruz önce. Masallardan çıkmış gibi görünen evlerin aralarından süzülen dar sokaklardan ilerliyoruz ve galiba o açıyı yakalıyoruz. Elbette bir sürü fotoğraf çekip, bu manzarayı belleklerimize kazıyoruz.


Kasabanın sol tarafında ise yukarıda bahsi geçen müzeler ve alışveriş yapabileceğiniz küçük şirin dükkanlar var. Buralardan hatıra olması için tuz da satın alabilirsiniz. Kış sebebi ile bir mağaza dışında hepsi kapalıydı. Varsın olsun, biz alışverişe gelmedik, Hallstatt’ tan alacağımızı fazlasıyla aldık zaten :)




11 Şub 2012

Salzburg: 1. GÜN


Salzburg’a gitmek için metronun  Westbahnhof durağında iniyoruz.Metrodan çıkıp yolun karşısına geçiyoruz.OBB binasını görünce içine giriyoruz.Tren saatlerini gösteren ekranlardan trenimizi ve peronumuzu buluyoruz.(Önceki günlerde Salzburg tren biletlerini nasıl aldığımı anlaşmıştım.)Hemen üst kattaki info point’e de bir danışıyoruz tabiJ Elimizdeki internet çıktısı biletlerin yeterli olup olmadığı hakkında..Onayımızı aldık, bunlar yeterliymiş. Kapılarda peron numaraları var. Bizimki 9 numara, trenimiz belirtilen peronda. 2. sınıf vagonlar trenin ön kısmında.Öyle ikinci sınıf diyip geçmeyelim lütfen, birinci sınıftan tek farkı deri koltuklarının olmayışıJ İstediğimiz koltuğu seçip oturuyoruz. Biz masalı olan koltuklardan seçtik.Ama oturmadan önce üst raflarda rezerve yazısının olup olmadığına bakıyoruz.
Bu seyahatimizde hiçbir sürprizin çıkmaması bizi çok sevindirdi. Yolculuğumuz sorunsuz başladı. Hatta bu satırları size trenden yazıyorum desemJ Yaklaşık 3 saat süren yolculuğun ardında Salzburg’ dayız. Tren garından çıkar çıkmaz hemen köşedeki “Info Point” e uğruyoruz ve hemen bir Salzburg haritası ediniyoruz.

Salzburg, kelime anlamı ile “Salt Castle” yani “Tuz Kalesi” anlamına geliyor.Alplerin kuzey sınırlarında yer alan Salzburg, Avusturya’ nın dördüncü büyük kenti. 150.000 nüfuslu kentte 3 üniversite mevcut, yani bir öğrenci kenti de denebilir. Ama öncelikle, Mozart’ ın doğduğu Salzburg, bir kültür ve sanat merkezi. Her yıl düzenlene Salzburg festivali ile binlerce klasik müzikseveri kendine çekiyor. Tabi bunun bizim için faydaları yok değil. Festival dönemlerinde tavan yapan otel fiyatları, bugünlerde %20 lere düşüyor J Aslında Salzburg’ a gelmemin nedenlerinden biri de, şu anda da işyerimde masaüstü resmi olarak kullandığım muhteşem güzelliği ile HallStatt’ ı görmek. Ama onu Salzburg gezimin ikinci gününe saklıyorum.  
Tren garından 10 dakika hiçbir yöne sapmadan yürüyünce Mirabell bahçelerinin karşısındaki otelimize varıyoruz.Mirabell'in, karın örttüğü güzelliklerini sizlerle paylaşıyorum...


Eşyalarımızı odaya, kendimizi sokağa atıyoruz. Etrafta kısa bir keşif yaptıktan sonra Mozart’ın uzun bir süre yaşadığı evin otelimize çok yakın bir yerde olduğunu  görüyoruz ve fotoğraflarını çekiyoruz.


 Yolumuza devam ediyoruz. Yol sağa doğru kıvrılıyor ve Salzburg’ u ikiye ayıran Salzach Nehri’ nin üzerinden geçen köprülerden birine varıyoruz. Asıl gezeceğimiz alan eski şehirde yani Altstadt’da  olduğu için karşıya geçiyoruz. Biraz yürüdükten sonra Getreidegasse’ ye geliyoruz. Bu eski şehrin en ünlü caddesi. Üzerinde pek çok dükkan var. Kapitalist devleri burada da görmek mümkün(!) Ama olsun en azından buraya uyum için klasik tabelalarından ödün vermişler. 

Cadde üzerinde Mozart’ ın doğduğu evi de görüyoruz. Bu cadde de biraz dolaştıktan sonra  Kapitalplatz dan geçiyoruz ve altın küre heykelini görüyoruz. Hemen yanında fotoğraf çekiliyoruz. Çünkü amacımız Mönch dağının tepesinde kurulu olan Salzbug kalesine gitmek.

Kapitalplatz’ ı geçtikten sonra biraz yürüyünce kaleye çıkmak için kullanılan fünikülere geliniyor.  11 Euro karşılığında hem füniküleri gidiş-dönüş kullanıp, hem de kaleyi ve içindeki müzeyi gezebiliyorsunuz.


 Kalenin avlusundan müthiş bir Salzburg manzarası var, burası fotoğraf için çok iyi bir açı oluşturuyor.Kalenin içine girdiğinizde kendinizi eski dönemlerden kalmış minik bir kasabanın içinde buluyorsunuz.Hatta avlulu kısım bana Lasse Hallström'un Chocolat filmini anımsattı :)

 Daha sonra kale içindeki müzeyi geziyoruz. Savaş dönemlerinde kullanılan silahlar, toplar, işkence aletleri, dönemin asker kıyafetleri, müzik aletleri, mutfak ve toplantı salonları gibi detaylar bu müzede görülebilir. İniş için tekrar füniküleri kullanıyoruz.

 Dağa çıkarken önünden geçtiğimiz ve hayran kaldığımız St. Peter kilisesinin içini geziyoruz. Rokoko tarzına sahip kilisenin, üç farklı yapım yılının olması bizi şaşırtıyor. Öğrendiğimize göre, kilise ilki yangından, ikincisi ise II.Dünya Savaşı sırasında atılan bombalardan dolayı harap oluyor. Bu nedenle kilise 1959’ da son kez inşa ediliyor.  Kilisenin içinde ve dışında bir dizi fotoğraf çekip yolumuza devam ediyoruz.

   Yolumuzun üzerindeki Collegiate Kilisesinin(Üniversite Kilisesi olarak da biliniyor) de mimarisinden etkilenip, onun da resimlerini buraya koymayı bir borç bilirim efendim J

Hava iyice kararınca ve artık şehrin kandilleri yanınca, bu manzarada nehir kıyısında dolaşmak güzel olur diye düşündük. Bir nebze de olsa Arno nehrinin romantik havasını ,Salzach nehrinin kıyısında  yakalamak istedik belki de; ve yakaladık galibaJ





9 Şub 2012

Viyana(Wien): 5. Gün

                Güzel bir Viyana sabahına daha uyanıyorum ve içeri aydınlığın girmesi için perdelere yöneliyorum. Ama o da ne! Her yer bembeyaz olmuş. Anlaşılan gece yağmaya başlayan kar, şiddetini arttırmış ve bu büyülü şehri beyaza boyamış. Zaten hep buraya gelmeden önce hayallerimde Viyana’ yı kartpostallardaki o büyülü beyaz haliyle görmek vardı. Çok mutlu oldum kısacası.

                Bugün için Schönbrunn sarayını görmeyi planlıyoruz. Metronun U4 hattını kullanarak Schönbrunn durağında indik. Çok kısa bir yolculuk oldu yine. Biraz yürüdükten sonra sarayın ana girişindeyiz. 

Eşim hemen bir gurup çocuğu fark edip bana da gösteriyor. Anlaşılan öğretmenleri ile okul gezisine gelmiş ya anaokulu ya da birinci sınıf öğrencileri, küçük bir arı sürüsüne benziyorlardı. O kadar sevimli görünüyorlardı ki, sizlerle de paylaşmadan edemedim J

Maalesef yoğun kar sebebiyle sarayın güzelim bahçesini göremedik.Her yer kar altında kalmıştı. Daha önce iki saray gezip, bu gezimizde saraylara fazlası ile doyduğum için sarayın içine girmedik etrafını dolaştık. Kraliyet yaşamına çok fazla dalıp gerçek hayatı unutmak istememem de sebep olmuş olabilir buna J
Sırada Kunsthistorisches Museum (Sanat Tarihi Müzesi(khm)) var. Doğa Tarihi Müzesinin(nhm) hemen karşısında. Bu müze antik Mısır’ dan 18. Yüzyıla kadar geniş bir zamanı kapsıyor. Mısırdan mezopotamya uygarlıklarına,  antik Yunan’ dan Roma İmparatorluğu’ na kadar çok geniş bir coğrafyayı ve zaman dilimini kapsayan sanat eserleri bu müzede sergileniyor.


 Müze binası zaten başlı başına bir sanat eseri niteliğinde.


Şimdi de tatlı zamanıJAslında bu sefer tatlıları Hotel Sacher’ de tatmayı düşünüyordukÇünkü tadacağım tatlı “Sachertorte” ve bu adamların tescilli markası.Ama Demel’den  vazgeçemedikJ Çikolatalı keke benzeyen ama daha doygunu,üzeri çikolata kreması kaplanmış bir tatlı.1832 yılında Franz Sacher tarafından keşfedilmiş.Dikkatli okurlarım hotel ile kaşifin arasında bir bağ olduğunu düşünebilir.Evet varmış… Hotel , Franz’ın oğlu tarafında kurulmuş;)Çok mu güzeldi..İyiydi diyebilirim ama çok iyi değildi;)Eşim bir başka tatlı tattı.Onun ki daha iyiydi diyebilirimJ

Daha bitmedi…Gün bize uzunJ Grinzing ‘ i görmek var daha… Grinzing şehrin biraz dışında. Buraya gitmek için önce metronun Schwedenplatz durağında inip, 38 no lu tramvaya binmek ve son durakta inmek gerekiyor. İşte Grinzing’ tesiniz. Önce biraz turluyoruz. Hemen hemen bütün dükkanlar kapalı gibi görünüyor. Bu mevsimde buraların kapalı olduğunu öğreniyoruz.Masal gibi bir yer burası,minik evleriyle...Karla daha bir güzelleşmişler sanki. Biz de manzaranın güzelliğiyle yetinip karnımızı doyurmaya şehir merkezine gidiyoruz.

Schwedenplatz’ da indiğimizde saatin geç olduğunu ve karnımızın iyice acıktığını fark ediyoruz.  Hemen metronun çıkışında bulunan Çinlilerin işlettiği büfeden noodle alıp afiyetle yiyoruz. Gerçekten güzeldi J


8 Şub 2012

Viyana(Wien): 4. Gün

Bugün rotamızda Avusturya  Parlamento Binası (Republik Österreich Parlament ) var.Arkanızda Hofburg sarayı kaldığında museum quarterin sağında kalıyor.5 euro karşılığı rehber eşliğinde gezilebiliyor((rehbersiz gezilmiyor!).Vestiyere paltolarımızı bırakıyoruz.Burada bu gibi hizmetler ücretsiz(!).Bahşiş bıraksanız bile almıyorlar…

                Turumuz başladı.Binanın girişinde video gösterimleriyle desteklenmiş   ön bilgi alıyoruz.Rehber önce almanca sonra İngilizce anlatmaya başlıyor.Bina, 1874 ve 1884 yılları arasında mimar Theophil
Hansen’in tasarımına göre inşa edilmiş.Hansen’in mimari tasarımı, “demokrasinin beşiği” olan antik
Yunanistan’ı anımsatır. Bu yapı üslubuna “Tarihselcilik” adı verilir.İçerideki antik yunan tanrıları dikkati çekiyor.Zeus ve Poseidon karşılıklı yerleştrilmiş.Ana girişteki sütunlar Salzburg’tan getirtilmiş.Herbiri 17 ton ağırlığında.

Zamanında ulaşım olanakları kısıtlı olduğundan hepsini tek tek atlarla 21 günde çekerek getirmişler.Köşedeki sütun değiştirilmiş,renginden de anlaşılıyor zaten.Bina II. Dünya Savaşında hasar görmüş.Bazı kısımlar yenilenmiş bu sebeple.Bu sütün da değişenlerden…
                Rehberimiz bizi girişten sonra eski meclise götürdü.Çok güzel dizayn edilmiş bir salon burası.Localar özellikle ilgimi çekti.En üstteki kısım da meclisin halka açık kısmı.

Ayrıca rehberimizden öğrendiğimize göre; eski parlamenterler protestolarını bir senfoni orkestrası tadında yapıyorlarmış. Herkes yanlarında getirdiği müzik aletlerini çalıyormuş. Ama ne yazık ki daha sonra yasaklanmış L Ne güzel olurdu değil mi milletvekilleri birbirlerinin boğazlarına sarılacağına müzik yapsalar J
                Sırada kullanımda olan parlamento salonu var. Bu salonu görünce gerçekten çok şaşırdım. Bence bu salon Avrupalı mütevaziliğini çok iyi yansıtıyor.

Bu salonda ceylan derisi koltuklar ya da parmak izi ile dijital oylama yapan cihazlar göremedik. Nasıl çalışıyor bu meclis açıkçası anlayamadım J 80 li yıllardan kalma gibi görünen koltuklar ve masalar mevcut, çoğu yıpranmış durumda. Kişi başına düşen milli gelirlerinin bizim 5 katımız kadar olduğunu düşünürsek, ülkelerin nelere öncelik tanıması gerektiği ortaya çıkıyor. Çok yüklendik yine canım ülkeme J Ama her şey daha güzeli için, bunlar yapıcı eleştiriler. Zaten duyan da yok ya…
                Ve parlamento binasındaki turumuz burada sonlandı. Karnımız da iyice acıktı. Aklımızda olan bir mekan vardı, onu aramaya koyulduk. Burası Viyana’ nın meşhur bir şnitzelcisi. Mekanın adı da “Figlmüller”.

 Mekan Stephansdom (A. Stephan Katedrali)’ a çok yakın.İncecik, tabak genişliğinde şnitzeller yaptıklarını duymuştuk. Bir de gidip kendi gözlerimizle görelim dedik. Gerçekten de şnitzel  çok nefisti.Fiyatları için de uygun diyebiliriz.

                Bugün soğuğun da etkisiyle çok yorgun hissediyoruz kendimizi.Biraz dinlenelim de enerji depolayalım değil miJ İyi geceler…