10 Oca 2014

İyi Seneler:)

 Geç olsun, güç olmasın klişesiyle  İyi seneler diliyorum herkese :) Hem zaten herkes iyi dileklerini diledi senenin başında, önemli olan beklemediğimiz anda gelenler değilmidir...
Dileklerimiz arasında en başta demirbaşımız sağlık olmak kaydı ile bol gezili, mutlu, kahkahalı bir yıl olsun 2014:)


9 Eki 2013

Yine Düştük Yollara...

 Bu sene yaz tatili için nereleri görmek istediğimiz, kimlerle gideceğimiz,ulaşımı nasıl sağlayacağımız vs hepsi birkaç ay öncesinden planlanmıştı yine...Ah biz ve planlarımız! Maalesef herşeyi planlamak zorunda olduğumuz bir hayatımız var...


 Neyse, Bu Ağustos 4 arkadaş (2 çift) olarak otomobille sırasıyla: Sığacık,Seferihisar, Çeşme, Alaçatı, Efes,Şirince, Bodrum, Akyaka gezmeleri yaptık ve bu gezilerin tümünü 8 günde yaptık:)
 Arkadaşlarla İzmir'de buluşup Seferihisar'a oradan da Sığacık' a geçtik. Hemen apar topar, eşyalarımız dahi henüz arabadayken.,Tuğçe'nin (kocasının deyimiyleTonti'nin) amcasının balıkçı teknesiyle balığa çıktık. Çok keyifli bir balık avından ve birsürü kupez yakaladıktan sonra akşam bizim kalmamız için ayarlanmış, mandalina bahçelerinin arasındaki bağ evine geçtik .Hava kakarmıştı, bahçede muazzam bir masa bizi bekliyordu. Dallardan sarkan ampüllerin sarı ışığı ,köşedeki taş tezgahın üzerinde pişen güveç yemeğin altından harlanan ateşin sıcaklığı, ağaçlardaki cırcır böceklerinin sesleri, mandalinaların kokusu, ve insanların neşesi ,şen kahkahaları arasında rakı-balık keyfi masalımsı bir güzelliğe kavuştu.O kadar mest olmuştuk ki elimizi makinaya götürüp birkaç kare fotoğraf çekmeyi , bu andan zaman çalmayı kimse istemedi ...



 Gece dışardaki köpeğin havlaması ve pencerelerinde demir olmayan bir evde, kervan geçmez bir yerde, bir ağaçlık alanın içinde uyumak sanırım bizimkileri biraz ürpertti ki ;gece çeşitli sahnelere tanık olduk.Neyse bunları burada ifşa etmek istemem o yüzden konuyu burada kapatıyorum.Ama şunu bilin ki bizim için çok kolay bir gece olmadı :)
 Sabah mükellef bir kahvaltı sofrası bizi bekliyordu.Hatta sabahları bahçede özgürce dolaşan, akşamları kümeslerine gönderdiğimiz kazların yumurtasıyla benim için değişik  olan bir kahvaltı ile güne muhteşem bir giriş yaptık. Gündemiz de yine kupez avı ve deniz sefası var bugün..
 Tuğçenin annesi Emel ablanın da katkılarıyla  dünya kadar balık yakaladık desem yeridir.Kızının kupezci Tuğçe seçilmesine şaşırmamak gerek. Bu yeteneğini belli ki annesinden almış :)
 Aslında öğreniyoruz ki biz gelmeden önce deniz genelde dalgalıymış, ne teknede balık tutmak kolaymış ne de denize girmek. Şans mı ,pozitif enerji mi denir bilmiyorum ama deniz çarşaf gibiydi ...





 Taş Ada denilen bir yerde suya girmek için durduk.  İddaa ediyorum, böyle bir yer yok! Deniz havuz gibi, dibindeki beyazımsı kum müthiş berraklık vermiş suya. Talip amcanın buluşu sayesinde denizde ,su üzerinde yüzer sehpa ile bira keyfimize yüzerek devam ettik :)


  Akşama günün bereketi ellerimizde girdik.  Tuğçe'nin sevgili amcasının bize yine bir sürprizi vardı. Bizi güzel bir balık lokantasına götürdü. Akabinde Sığacık' ı gezdik  ve günü keyifle noktaladık. Bu arada Seferihisar yavaş şehirlerimizden biri.O sebepledir ki birçok yerde salyangoz şekilli ,desenli ürünler, heykeller görebilirsiniz  .
Gerçekten de yaşanacak bir yer Seferihisar !
 Sabah olunca yollara düşme vakti gelmiş demektir bizim için..Çeşme'ye sabah hızlı bir giriş yaptık. Daha kalacağımız yeri ayarlamadan, tekne turlarını kaçırmamak için koştuk, attık kendimizi bir tekneye. Çeşmenin koylarından ziyade teknelerin eğlenceleri daha etkili diyebilirim. Teknemizdeki zenne bizi çok eğlendirdi, uzun süre aramızda muhabbetini ettiğimiz, unutamayacağımız gezilerimizden biri oldu :)






 Tekne turunu bitirince yana döne otel aramaya koyulduk, birkaç yere girip fiyat sorduysak da pek tatmin olamadık, ve zor zamanlarda imdadımıza koşan Booking.com bizi yine yüzüstü bırakmadı!
Hemen ve kolaylıkla Çeşme'nin ucuz ve temiz otellerinden birini ayarlayabildik böylelikle.
 Akşam yemeğini nerede yesek diye düşünürken Alaçatı da mı yesek acaba fikrine geldik. Böylelikle Alaçatı'nın da nekadar güzel sokaklara ve mekanlara sahip biryer olduğunu deneyimlemiş olduk. Alaçatı sokakalarında birkaç tur dolaştıktan sonra girişteki Değirmenlerin altında bir de yukarıdan izledik Alaçatı'yı. Hem Alaçatı'da nadir ucuz yerlerden  biri hem de manzarası çok güzel ;)








Sabah kahvaltının ardından Efes'e de gitmeye karar veriyoruz..Burak hariç hepimiz daha önce gelmişiz Efes'e. Bu tur da onun için oldu gibi. Gerçi yine gidelim deseler yine giderim :) Bir başka güzel Efes: antik yaşamın en yaşayan örneklerinden biri..
  





 Hadrianus Tapınağı girişindeki frizde Efes'in 3 bin yıllık kuruluş efsanesi şu cümlelerle yer alır: Atina kralı Kodros'un cesur oğlu Androklos, Ege'nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı'nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege'nin lacivert sularına yelken açar... Kaystros (Küçük Menderes) Nehri'nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yabandomuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler...
 

 Merdivenlerinden çıkarken, agorasında izleyici gibi oturuken, meydana inerken hep aynı his eşlik ediyor size: Bir zamanlar başkent olmuş, birçok insanın yaşadığı bir yer şimdi ancak turistlerin ve arkeologların gezindiği, mermerden yapılmış , birçok yaşamı içinde barındırdan büyük bir enerji yumağı.. Etrafı dolaşırken sanki helenistik ya da roma dönemini konu alan bi filmin setine girmiş gibi de hissedebilirsiniz kendinizi. Hayal gücünüzü biraz daha zorlarsanız kimbilir  belki beyaz kostümleriyle Romalı filozofları da görebilirsiniz etrafta öğrencileriyle sohbet ederken..Herşeyin ne kadar geçişken, ne kadar değişken, silinebilir ya da tekrar belirebilir olduğu gibi hüzünle, sevinçle sarmalanmış düşünceler duygular altında çıkıyoruz Efes'ten....

Efes gezimizin ardından yine biniyoruz arabaya, asıl hedefimiz Bodrum fakat biz yolda mola vere vere, geze geze gitmeyi arzu ettik ve Şirince'ye geçtik..Şirince sokaklarında turladık, biraz alışveriş yaptık ve müthiş bir erik şarabı tattık.



  Bir kadeh içmek bile yetti bana. Çok beğenip birer şişe de yanımıza aldık.Doğuşla Tuğçeye birkaç samimi fotoğraf çekme girişimim de oldu ama sanırım pek başarılı olamadım bu konuda. İşte fotoroman tadındaki çiftimiz:)

 



 Şirince adı gibi şirin, sıcak bir yer. Mutlaka gidin gezin derim.




 Bodrum -Bitez








 Artık Bodruma gidebiliriz:) Bodrum'un içinden geçerek Bitez'e; yine Tuğçe'nin ailesine ait bir evde kalmak için ve yine mandalina bahçesinde olmak için , giriyoruz. Aslında sadece Sığacık'ta bu şekilde konaklayacaktık ama yine son anda karar vererek ,plana uymayarak güzel bir U dönüşü yaşıyoruz:)

 
Bitez'e okadar gezinmenin sonunda ancak akşam gelebildiğimiz için eşyalarımızı eve yerleştirip sadece sahilde birkaç saat turlayacak vaktimiz kalıyor. Biz de bulduğumuz güzel bir mekanda, kumlara atılmış kocaman minderli bambu sandalyeler üzerinde, hem mehtabı seyrederek, hem de arada ayaklarımızı denize sokarak iki lafın belini kırıveriyoruz oracıkta.



 Sabah tavsiye üzerine birkaç plaja gidiyoruz, yiyoruz içiyoruz ve arabanın anahtarını masaya bırakıyoruz.Şimdi bu de nedemek diye düşünmeyin: aramızda esprisi olan bir konu:)


 Biraz eğlenmek, hatta "kopmak" bizim de hakkımızdır diyerek bir gecemizi de gece kluplerine ayırıyoruz. Coşuyoruz, dağıtıyoruz...

 Bodrumdan ayrılıp turumuzun son durağı olan Akyaka' ya gidiyoruz. Akyaka da da bir gece kamp yapıp, arkadaşlarımıza Akyaka'nın güzelliklerini gösterip, İzmir'e dönüyoruz.
 Arkadaşlar bu arada tüpte pişirdiğimiz makarna-köftenin ve yanına açtığımız buz gibi biranın tadı hala damağımda!




  
 Bu arada unuttuğum bi geziyi farkettim. Okadar yer dolaştık ki arada unutulanlar oluyor işte:)
 Bi ara da sabah kahvaltısına Urla'ya gitmiştik... Ancak1-2 saat ayırabildik ne yazık ki Urla'ya.



 Ve bir yaz masalı da burada sonlanıyor..Ne güzeldin yine yaz!

10 Eyl 2013

Fransa Turist Vizesi




  Türkiye Cumhuriyetinin mağdur ve bir o kadar mağrur vatandaşlarından olmamız sebebiyle yaklaşık 170 Euro karşılığında ancak almaya hak kazanabileceğimiz vizemizin, başvuru ve sonuç süreçleri hakkında bilgiler bulabileceğiniz bir yazı kaleme alıyorum...
 Başlangıç noktamız internetten bulduğumuz" istenen belgeler" i temin etmek oluyor. Tahmin edersiniz ki bu başlı başına  efor gerektiren bir süreç ..
Turizm başlığı altındaki belgelere buradan ulaşabilirsiniz: http://www.vfsglobal.com/france/turkey/istanbul/tourism_documents.html
 ("İstenen belgeler"deki 2 fotoğraftan biri başvuru formu için: oraya yapıştırıyorsunuz.)
 Belgelerimizi tamamlayınca sıra randevu almaya geliyor.
Randevuyu konsolosluktan değil VFS' den alıyoruz.Uzun süreli seyahatlar için ise konsolosluktan randevu almanız gerekiyor. Randevunun en geç ertesi güne verildiğini duymuş olmamızdan kelli belgelerimizi tamamladıktan sonraya bırakıyoruz bu basamağı.
 Sabah 8:30 a alına randevuyla sevindirik oluyoruz ama tam da bizlere yakışır bir sürprizle karşılaşıyoruz.Herkese zaten o saate vermişler randevuyu, bir de gelip kapıda sıraya girmemiz gerekiyormuş. Biz bunu bilseydik, herkesden erkenci olduğumuz için sıranın başında olurduk; ki onu da yapmayı beceremiyoruz toplum olarak.Neyse ki ortalarda biryerde yer buluyoruz kendimize ve 8.30 da bizi içeri almaya başlıyorlar. Elimize bir sıra numarası veriliyor ve Fransa bayrağının olduğu bankonun karşısına yerleşiyoruz.Numaramız yanınca görevli hanıma belgelerimizi teslim ediyoruz. Listede olan fotokopiler görevli için gerekmiyormuş, başvuruda bir sorun çıkarsa diye çektiriliyormuş.Gerçi biz bu durumu daha önce de yaşamıştık sanki...Avusturya vizesi başvurusunda çektirilen onca fotokopi: bunlar gerekmiyor ayıklayın denilerek elimize tutuşturulmuştu ama benim garantici kocam ne olur ne olmaz, biz yine de koyalım diye tutturunca onca fotokopiyi ayıklama görevi görevli hanıma kaldı bu kez...
  Vize için 60 ,VFS için 24 Euro ve pasaportumuzun kargoyla gönderilmesini istediğimiz içind e 16 tl (kişi başı) ödeyip , parmak izi vermek ve biyometrik foto çektirmek için başka bir kısıma geçiyoruz.
Fiş benzeri bir kağıt veriliyor, burada başvuru numaranız da mevcut. Başvuru sürecini takip edebilmeniz için http://www.vfsglobal.com/france/turkey/istanbul/track.html adrese girip fişte yazılı numarayı giriyorsunuz.
(Bu arada seyahat sağlık sigortasına 10 euro ve yurtdışı çıkış haracına da bir miktar para ödüyoruz:)
 Bu işlemleri de halledince özgürsünüz. Görevli personelin bize söylediği; en geç 3 iş günü içinde sonucun belli olacağı ve akabinde nurtopu gibi vizesiyle pasaportumuzun kargoya verileceği yönünde..Umarım bir sorun çıkmaz:(
Bakalım izleyip göreceğiz...



23 Ağu 2013

Ecosia _ Bir garip arama motoru!

 İnternette gezinirken tesadüfen karşılaştığım bir adres : http://ecosia.org/
Ecosia ne mi? Google gibi bir arama motoru.Farkı ise gelirinin %80 den fazlasını yağmur ormanlarını koruma, hayvanları koruma, sosyal sorumluluk projeleri gibi alanlara bağışlaması..Aşağıda tanıtım videosunu ve tanıtım görsellerini görebilirsiniz..Eee daha ne duruyorsunuz duyarlı arkadaşalarım! Hemen bilgisayarımızda giriş ve arama sayfamızı Ecosia ile değiştiriyoruz ;)
 Not: Aşağıdaki görselleri poster olarak kullanıp biryerlere yapıştırabilirsiniz.Elbette arkası kullanılmış bir kağıda basıyoruz ;)





7 Tem 2013

Karaburun - Mordoğan - Balık Peşinde Bir Macera

 Merhaba ,
Üzerinden zaman geçmiş fakat benim ancak yazıya dökebildiğim muhteşem,dolu dolu, bir gezi oldu Mordoğan - Karaburun Gezisi...
 Bir önceki Yedigöller kamp gezimizde planladığımız üzere: hem Karaburun-Mordoğan gezisi yapacak hem de Cem Kaptana misafir olup, teknesiyle balığın peşine takılacaktık...Gezi günü gelmeden tekrar kamp mı yapsak,yoksa Doğuş'un dünyalar tatlısı arkadaşlarının evlerinde mi kalsak diye düşünürken, çok da doğru bir kararla bu sıcak insanlara misafir olmaya karar verdik...
 Sabah 5 civarı Mordoğan'dan Cem Kaptan'ın teknesiyle açıldık.Tekne 6 kişilik olduğu için bir arkadaşımız da başka bir tekneyle açıldı.






Öğle vakti güneşin iyice ısıttığı bir saatte yaklaşık 12 civarı balık yolculuğumuz sonlandı.Neler mi tuttuk:

  • Kupez
  • İzmarit
  • Karagöz ( küçük oldukları için denize gere bıraktık)
Kupezci Tuğçe ve ben:)Ustam sizin kadar olamadık ama biz de kendi çapımızda takılıyoruz işte...


Yukarıdaki iki fotoğraf Cem Kaptanın kamerasından...Her balık tutuşumuzda bizi görüntüledi..Ayrıca bu av Yaban Tv'de çıkacakmış..Tekneden inmeden hemen önce bizle küçük bir röportaj da yaptı.Heyecanla bekliyoruz:) Ha netice çok mu iyi idi,tabi ki değildi.Bu ilk uzun süreli balıkçılık deneyimimiz oldu.Mesela Aycan,Kalamar yakalamayı umuyordu ama o kadar kısmetli olmadığımızı gördük(Bir ara oltasına kocaman birşey takıldı,hepimiz umutlandık ve heyecanlandık ama kalamar yerine oltanın ucunda kocaman bir deniz şapkası karşıladı bizi:) Sürekli küçük karagözler takıldı oltaya...Mercan yakalamak ta bir hayalden öteye gidemedi.Ama Tuğçe'nin muhteşem ve amansız Kupez avcılığı  ve bizim zamanla havaya giren balıkçılığımız sayesinde kupezin de izmaritin de dibine vurduk:) Ayrıca Doğuş ve Hakan sayesinde az da olsa Mercanın tadına bakabildik.
  Öğleden sonra suya girmek için meşhur Ayıbalığı plajına gittik,ama bir işletmeye dönüştüğü için hevesimiz kırıldı, devam edip Ardıç'a gittik, ama orada da doğla güzellik adına birşey bulamadık.Buralara kadar gelmişken biraz suya girip serinleyelim dedik ama kıyı fazlasıyla kirliydi ve deniz soğuktu.Suda çok kalamadık.
Akşam gözlerden uzak, çok güzel,tam istediğimiz salaşlıkta bir "deniz kenarı çay bahçesi,restaurant "tarzı mekan sayılabilecek: Çardak'da balıklarımızı pişirtip, kendi tuttuğumuz balıkları yemenin zevkine bir de ortamın muhteşem ambiansını ekledik.Bunca yorgunluğumuza,uykusuzluğumuza değen bir akşamla günü noktaladık:)


 Alttaki fotoğrafta, Hakan'ın biz gelmeden önce balıkçılardan satın aldığı mürekkep balığı ,tava halinde..Tadı muhteşemdi.Teşekkürler:)
  Sabah çok zevk aldığımız,beğendiğimiz Çardak'ta harika bir kahvaltıyla güne başladık. Kahvaltıdan sonra Kaynarpınar'a gittik.


 Arkadaşların tavsiyesi üzerine asırlık bir çınarın gölgelediği şirin bir köy çaybahçesinde, serinledik(Çınaraltı).Herkes türk kahvesi sipariş etti. Ama beni şaşırtan esnaftaki rikkat oldu.Hepimize tek tek ayrı cezvelerde pişirdikleri kahveleri ikram ettiler.Gerçi aynı ilgiyi,saygıyı,tok gözlülüğü tüm esnaftan gördük desem yalan olmaz. Ege'yi ve halkını seviyorumm:) Unutmadan sizleri de seviyorum sevgili arkadaşlarım ;)
























 Mekana girerken gözüme ilişen limonlardan kapıyorum bir poşet:) İstanbula dönünce de limonlardan çok ferahlatıcı limonatalar yaptım..İçenler bilirler:)
Şefiye limonlarımla poz veririken...:)
 Durmak yok yola devam! Biz Karaburun'a devam ederken ev sahibi arkadaşlarla ayrıldık. Karaburun da çok güzel bir yerleşim..Yine tatillerimizdeki köy konseptini bozmadığımızın farkına varmışsınızdır.Buralar insanı sıcacık sarmalayan, samimi ve doğal yerler...Karaburun'a giderseniz Yedi kardeşler den sakızlı dondurmayı tatmanızı tavsiye ediyorum. Her ne kadar aramızda tadını sevmeyenler olduysa da ben beğendim.


 Ayrıca dondurmacının hemen yukarısında tatlı bir amcanın sattığı sabunlardan ve nohuttan almadan dönmeyin:) Nohutu dönünce pişirdim görüntüsünün aksine çok iyi bir sonuç çıktı.

 Suya girmeye kararlı olduğumuzdan, yılmadık ve yola devam ettik. Mavi bayraklı, Akvaryum plajında belki aradığımızı buluruz dedik ama çok rüzgarlı bir günde geldiğimizden denize girmenin imkansız olduğunu gördük ve sadece fotoğraflamakla yetindik bu güzel plajı...
 Durmadık biraz daha ileride belki bakir bir yerler buluruz umuduyla devam ettik ve gösterdiğimiz sabıra değen bir görüntüyle karşılaştık.Mimoza plajını çok sevdik biz.Yine şezlongsuz, yine tesissiz şirin güzel bir plaj..

 Sonunda durgun bir deniz bulunca atladık hemen suya:) Şnorkelle deniz altı canlıları da izlemeyi mümkün kıldı durgun ve berrak deniz..Ee acıktık ta haliyle..Karaburunda yemek yiyecek ama menüsünde atıştırmalık birşeyler olan bir mekan ararken keşfettik Kumrucu Deniz Ablayı... Tüm hamur işlerinden sipariş ettikten sonra içerisinin nasıl olduğunu merak edip daldım mutfağa.İçeride beni, üç  dünyalar tatlısı nine karşıladı ve memnuniyetle poz verdiler kamerama:)



Hepsini büyük bir iştahla yedik.Ellerinize sağlık tatlı teyzeler!Keyfimiz yerinde olduğuna göre artık Sarpıncık Köyü ve Fenerini görmeye gidebilirdik..Uzunca bir yoldan sonra köye vardık.Sanki terkedilmiş bir havası vardı. Çok az insan gördük köyde.
  Köyü geçtikten sonra yine çok da kısa sayılamayacak bir yolla , sora sora feneri buluyoruz.Muhteşem bir manzara!

 Hemen karşımızda Midilli ve Sakız adaları silüetleri ile uzaklara dair düşüncelere daldırıyor bizi.Öyle yalnız öyle sessiz bir yer ki burası elinizde değil içinize dönüyorsunuz. Hemen aşağıda kayalıklara vuran denizin sesi, avaz avaz bağırsanız kimsenin sizi duymayacağı bir yer de oluşunuz belki sizi ürpertebilir ama beni ve arkadaşlarımı derin bir huzur duygusu ile ödüllendirdi.Sarpıncık Feneri bu gezide en merak ettiğim en görmek istediğim yerdi ve beni yanıltmadı.Ve işte özgür bir adamın karesi:)
 Son olarak bu şirin beyden bahsetmezsem bloguma haksızlık etmiş olurum.Hakan ve Şizen'in minik yaramazı, küçücük fıçıcık içi dolu turşucuğu: Ulaç...Minik gezgin:)